Zombiler ve yamyamlık, 1968'e kadar korku filmlerinin iki farklı donesi olarak kalmıştı. Fakat George Andrew Romero'nun küçük bir bütçe ile çektiği Yaşayan Ölülerin Gecesi, insan eti yemeye şartlanmış Zombi'leriyle ve kişilikli anlatımıyla yeni bir çığır açtı ve arkasından gelen nice yeni yapıma da "korkutma ve germe garantili" bir formül sunmuş oldu...
Renkli filmlerin hayli yaygın olduğu bir dönemde çekilmesine rağmen, neden siyah beyazdı bu film? Bu sorunun cevabı, filme dair sorulabilecek birçok sorununkiyle aynı: Parasızlıktan!
Yukarıdaki oyuncu listesinde yer alan kimi isimlerin farklı planlarda bambaşka karakterlere bürünmüş ve yönetmen ve senarist dahil herkesin bir biçimde kamera önüne geçmiş olmaları fantazi hevesinde değil, mecburiyetten...
Monster Flick, Night of Anubis ve Night of the Flesh Eaters ayrı tellerden çalan alternatif isimlerinin uyandırabileceği izlenimin aksine, rahatlıkla söyleyebiliriz ki Night of the Living Dead gayet "kararlı" bir sinemacının elinden "tutarlı" bir tavırla çıkmıştır:
Richard Matheson'un romanı I'm Legend (Milliyet Kara Dizi’den çıkmış tek Türkçe edisyonundaki adıyla Hepimiz Vampiriz), filmin yönetmeni ve senaristlerinde biri olan (kısaca yaratıcısı desek de olur) Romero'ya ilham kaynağı olmuş gibidir. Yemek karşılığı figüranlık yapan Pittsburgh sakinlerinin canlandırdığı kasılmış ve çürümüş ölüler, ta filmin sonlarına doğru anlaşılacağı üzere, bir uydunun dünyaya düşmesi sonucu yayılan radyasyonun kurbanlarıdır. Fakat bu, filmin yapısı içinde pek de sürpriz sayılmaz; çünkü "Zombi" olma durumunun "sebepleri"nden ziyade "hatırlattıkları"dır yapımı ilginç kılan.
Çıkarcı karakterlerin arasındaki çatışmalar ve ölüm fikri karşısında insanın ansızın parlayıveren direnme dürtüsü, en başında beri bu siyah beyaz filme görünmeyen "renkler" katar. Çoğu kez, çaresizlik ve umut arasındaki kontrastı yansıtan renklerdir bunlar... Tabii, Zombi'lerin kuşattığı evde beyazlarla birlikte mahsur kalmış siyahi bir adamın konumu da enteresan bir ton farkı oluşturur.
Mezarlık ziyaretine gitmiş olan orta yaşlı iki kardeşten birinin civardaki Zombi'ye kurban gitmesi, filmin ilk dehşet anını oluşturur. Ağabeyinin ölümüne şahit olan kadının peşisıra gittiğimiz ev, Zombi istilası altındaki Amerika'da yaşanmakta olanların küçük bir modeli gibidir.
Öldürmek pahasına olsun hayatta kalmaya çalışmak, bilinmeyen ve akıl almaz bir tehlikenün üzerine mantıkla gitmek, ve tüm bunlar olup biterken insani ilişkiler kurup bir tür "yaşayanlar cephesi" oluşturabilmek...
Görsel vurgularıyla ve başarılı senaryo mimarisiyle olduğu kadar, tok finaliyle de enteresan bir film Yaşayan Ölülerin Gecesi.
Romero'nun istikrarsız fakat verimli kariyerini başlatan yapım, sadece filmlere değil, korkutmayı, daha doğrusu, korku üzerinden insanlara yeni deneyimler yaşatmayı amaçlayan her tür üretime esin kaynağı oldu.
Romero'nun kariyerinindeki diğer önemli virajları Kâbuslar Matinesi'nde aktarmaya devam edeceğiz...